28 Ekim 2014 Salı

Bu İşin Sonu Yok Sevgilim! Bang Bang!






































 Bir gece yarısı kitap arası -itiraf etmek lazım sabaha devrilmek üzere gece- Ama boş verin siz yelkovanla akrebin kavgasını, kim kime dum duma, hayat onlardan ibaret nasıl olsa!
 Bir kitap geçti yine bu ölümlünün zihninden. Sıcağı sıcağına yazayım derken altını tekrar yakmak zorunda kaldım, hatta bu esnada bi iki yerin fotoğrafını çektim eklerim şuraya birazdan.
 Yazarı bilir misiniz? Başka kitabını okudunuz mu? Veya memnuniyet dereceniz? beni etkilemiyor. Oldukça beğenmiş olmama rağmen üstüne çok bir şey de yazmayacağım. Diyeceğim bir çift kelam:
'' Şayet son birkaç yıldır zıvanadan çıkmışlığın bile adabını bozduğumuz bir dünyada yaşadığımızı düşünüyorsanız okuyun! Çünkü insanın içinde birikenleri ya bir kitap ya bir şarkı temizliyor -ne kadar olursa- damar tıkanıklığına yol açmadan önce! İzahı olmayan, artık ardı ardına yaşadığınız şoklar yüzünden nutkunuzun tutulduğu durumların sıradanlaştığı şu günlerde dünya tamamen delirdi ve bunun ancak mizahı yapılabilir: KARAMİZAHı '' Adam içinden gelmiş yapmış belli. Samimiyetine sağlık.
***Özellikle kitabın sonlarındaki baba-oğul kısmının, kitabın konseptinden ayrı olarak ciddi manada iddialı olduğunu düşünüyorum. Paylaştığım eklerin çoğu romanda o babanın yazdığı yazıların geçtiği kısımlardan. Afiyet olsun.


 


















Milena'ya Mektuplar- Haddine Düşmeyen Bir İnceleme






































^^Kafka'nın Milena'sına, Milena'nın Kafka'sına selam olsun.


*Bir şarkıda der ki " Eylül... Neden başlangıcıdır hep güzün?" Bir eylülle başlar bu "son"bahar hikayesi de. Rakamlar 1919'u ifade etmeye çalışsa da insanlık zamanından bir zamandır sadece aslolan.
  *Prag'ın sokakları kadar eski, yerleşik bir aileye mensup milliyetçi bir Çekin kızıdır Kafka''nın yazdığı bu mektupların sahibesi; çünkü mektuplar yazıldıkları kaleme değil de gittikleri adrese sarılırlar sıkı sıkı.
  *Milena Jesenká... "Açık fikirli, kültürlü, inandığı konularda ateşli, edebiyata düşkün asil bir kadın" diye tasvir eser yakınları. Bu özellikleri onu, belki de yanlış yerde yanlış zamanda Ernst Pollak ile-ilerde evleneceği adam- tanıştırır. Dış ülke muhabiri olan Pollak tam bir edebiyat düşkünüdür lakin bu konulardaki tartışmalarda başı çekmesine rağmen kendisinin ürettiği pek bir şey yoktur. Milena'nın babası da bu cafe edebiyatçısı muhabir tayfasını kızıyla bir düşünemez. Üstelik kızıyla evlenme planları kuran bu adam aynı zamanda Alman bir Yahudidir. Tüm itirazlarına ve engelleme çabalarına rağmen sonu belli olan hadiseden kaçılamaz ve aralarında on yaş fark bulunan ikili evlenerek Viyana'ya taşınırlar.
  *Hayatın bazı yerlerinde bazı şeyler olmalı ki asıl olana gelindiğinde şartlar tamamen uygun olsun. Bu yüzden şimdiye dek Kafka'dan hiç bahsetmemiş gibi gözüksek de "Milena'ya Mektuplar"dan bahsedebilmek için oyuncuları tanımamız gerekir, hikayenin geri kalanı kendini anlatacaktır zaten.
  *Yeni evli çift için Viyana'da yeni bir hayat başlar ama aslında çift demek çok uygun düşmez buraya; çünkü yine kendi tartışma ortamlarında, başka mekanlarda vaktini geçiren Pollak eşine gereken ilgiyi göstermez, üstelik sıradan bir kadından bahsetmiyoruz. Milena... Taze yetişkin, derin hissiyatlı ve belki de evrenin kasvet diyaloğundan kendisine fazla cümle düşmüş bir kadın... Üstelik yeterli düzeyde olmayan Almancası sebebiyle ne eşinin de yer aldığı edebiyat söyleşilerine katılabilmiş ne de Viyana'daki hayata uyum sağlayabilmiştir. Vaktini evinde her zamanki dostu yazıya sığınarak geçirir. Gazeteler için yazılar yazar, Çekçeye eser çevirileri yapar. Kendi gizemli dünyasında gurbeti ve memleket özlemini de sırtlayan bu kadın kalemiyle bir parça huzur bulur belki kendinden uzak bu şehirde.
  *Yine çeviri yaptığı bu süreçte Kafka'nın eserlerine rastlar ve ona eserlerini Çekçeye çevirmek için izin isteyen bir mektup yazar. Tanışması gereken  bu iki dünya ilk defa bu şekilde konuşmuş olsalar da yakın bir zamanda Prag ziyaretine giden Milena ve Ernst çifti sohbetine geldikleri bir edebiyat ortamında yüz yüze de tanışmış olurlar Franz Kafka ile.
  *O kadar kalabalığın arasında ikisinin de çok yakından tanıdığı bir yalnızlığı paylaştıklarını fark ederler ve  bugün okuduğumuz "Milena'ya Mektuplar" doğma sürecine girer. Kafka bir kadının içinde böyle duygular, düşünceler barındırmasından mı etkilenmişti? Yoksa hayatında ona tanıdık gelen ve yazıya döktüğü kavramlar imgelerden çıkıp bu insanın bedeninde nefes almaya mı başlamıştı? İnsan gibi karmaşık bir varlığının ayrıntılarını bilemeyeceğimiz için bu yazarın saklı bilgisi diyelim ve devam edelim.
  *"İki gün bir gecedir yağan yağmur dindi az önce, belki geçici bir  süre için, olsun, yine de kutlanmaya değer. Ben de size yazarak yapıyorum bunu." duyguların mektuplarla taşındığı uzun bir sürecin ilk satırları bunlar. Kafka'nın ilk cümleleri... İlk cümlesinde de son cümlesi kadar yalınlar aslında. Oldukları gibi oradalar. Kim daha çok boğuluyor? kim arıyor? kim daha baskın? Hepsi görmek istersek orada hatta göremediklerimiz bile...
  *Velhasılı kelam, kendi karanlığında boğulan bir adamın, bir kadının sevgisinin yarısını paylaşmak pahasına da olsa onun karanlığında ortak bir huzur bulmaya çalışması Milena'ya Mektuplar. Okunmalı. İnsanı anlayabileceğimize inandığımız sürece...


25 Ekim 2014 Cumartesi

Aşık ve Ölü
















Bu güzellik, memleketim sendeki
Doğuştan mı geliyor?

Bi ihtimal baban kamet getirirken kulağına
Huzuru mu fısıldadı...

Senin oralarda aşıklar utanır hala
Kalabalık caddelerde sarmaşmaktan
Ya da korktuklarından
Anadan, babadan

Koca pazar poşetleriyle süründüğünüz dolmuşlar
Gece bir sokak arasında uykuda yakalanabilirler zatınıza

Yolda gördüğünüz biri
Üçüncü kuşaktan,beşinci göbekten,
Olmadı üst kattaki
Saniye Teyze'den
Tanıdık çıkar

Ah memleketim bu şefkat sendeki
Hangi anadan yadigar?

Gitseniz de dönseniz
Değişen birkaç çöp konteynırı
Bir iki de afiş olur
Çalışırsa
Milattan sonra
Muhterem kurumlar

Büyüklerle altını üstüne getirirsiniz
Ne düzen kalır, ne adam
Halbuki ne öfkeniz gerçektir, ne de kırgınlık
Eskilerin tarzını benimsersiniz nihayetinde

Gizli bir sözleşmedir bu
O sizi olduğu gibi kabul edecektir siz de onu
O size anılar bahşedecek
Siz de söylenme hakkını elinizde tutacaksınız
İki eski dost olacaksınız
Tavlada yenişemeyen

Araya başkaları girse de
Kimse zar tutmayacak

Başka diyarlarla bir iki el oynasanız da
Hep bir son oyun
Onun için
Saklı kenarda kalacak

Ah memleketim
Bu samimiyet sendeki
Kimin kayıp vasiyeti?


7 Ekim 2014 Salı

Hay bin mr. right aşkına!

Normalde ne kadar şeyi kontrol altına alabiliriz bilmiyorum ama bazı şeyler ciddi manada sizin kontrolünüz dışındadır. Hatta aynı evreni bile paylaşmazsınız... Bu tarz durumları kabullenmek adem ve havva için zordur çünkü içimizdeki "biz insanız mahlukatların en yücesi" duygusunu daha doğrusu egosunu aşmış olmamız gerekir.
 Böyle anlarda "işler istediğimiz gibi gitmeyebilir" diyebilmek kendi içimizdeki insaniyette level atlamak gibidir, gerçeği kabullenmek çoğu filmde bomba bir sahnenin -başrolün içindeki gücü keşfetmeden hemen önceki sahnesi ya da kızla oğlanın yapacak bir şey yok deyip hayatlarına devam edecekleri sırada inanılmaz(!) bir şekilde karşılaştıkları sahne- habercisidir. Gerçek hayatta ise bazı istisnalar dışında işler böyle yürümez(o istisnaları hollywood alıp film yapıyor zaten).
  Eğer doğru yerde doğru zamanda doğru kişiyle değilseniz devam etmeniz gerektiğini bilirsiniz. İçinizde bir yerde bir mucize olacağına duyduğunuz inanç malesef sadece çocukken okuduğunuz masalların yanılsamalarıdır ya da kontrolsüz gelişen hayalgücünüzün. O mucizeye inanıp kendinizi kandırdığınız zamanlar olabilir ama bazen bunların seslerini bile bastırıp gerçeği gözünüze sokan durumlar olur. Öyle vakitlerde yaşadığınız depreme göğüs germelisiniz çünkü hayat bu işte! İlk anın şiddetine dayanmak. Sonra her türlü alışırsınız zaten. Yani kardeşim, hayatı sana gelişiyle kabul et, tarzını dert etme. Bir yerde doğru zaman doğru yer ve doğru hikaye seni bekliyordur herhalde. En azından bir filmde böyle demişti kadının teki. Kimin doğrusuysa bunlar ?! Hay bin mr. right aşkına bu yüzyılın insanları...

2 Ekim 2014 Perşembe

Kağıdın cam olmasını beklemek hissi* Bir his varsa şayet*

  Kağıt bardaktaki çaydan medet umduğunuz zamanlar olur. Öyle ki huzur köşe bucak kaçıyor sanırsınız sizden. Çayın kağıda bulanmış tadında evinizde demlenen ince bellideki tadı ararsınız ama yoktur... Yokluk, varlıktan daha kolay düşer idraka. Kabul etmek ikisinde de kolay değildir oysa.
  Özlem, keder, sevinç değildir hissettiğiniz, bir şey hissettiğinizden bile emin değilsinizdir. Diyorum ya alabildiğine yokluk kaplar dört bucağı. Mevsimler değişmez olur. Zaman yine geçiyordur ama sizin çarkınıza bir şeyler takılmıştır. Yoksa bu saniyelere dolan milenyumluk düşünceler-düşünememeler- mümkün müdür akrep ve yelkovanın hükümdarlığında!.
  Nihayetinde bunlar hep kuru lakırdı, yüreği açıp koyamadıkça ortaya çözülmez bu kördüğüm. Yoksa zaten çözülmesin diye mi bağlamıştır O'nu, eski denizciler?...