25 Ağustos 2015 Salı

Yoldaş Sokrat!

Uçmadı sinek
Vızıldamadı da
Bakıştılar bi müddet
Sinek pek hevesli değildi
Sanırım
Bakmadı da
Sokrates bahsetmişti ondan
O yüzden biraz daha bekledi
Hürmeten
Belki birazdan bakar dedi
Sonra atı hatırladı
Hikayede bir at vardı
Burda at yok ondan böyle,
Gitti at getirdi
Nasıl demeyin
Getirdi işte
Yatağın yanına kıvrıldı at
Sinek hâlâ gelmedi
Uçmadı
Ve ses etmedi
Sessizlik
Görkemli bir çılgınlığa dönüşmedi
Yavaş yavaş
Nöronları sanrılar görmeye başladı
At sanırım ağlıyordu
Sinek ilk bakışmalarından bu yana kilo almış gibiydi
Ve kendisi yatakta uzanmıyordu aslında
Aslında çoktan çıkıp gitmişti
Ya da o kalmıştı da
At gitmişti
Sinek gitmişti
Gitmek metafor olmuş
Gidilmeyen bir dünyaya atılmıştı
Ertesi sabah bi kettle olarak uyandı
Araba lastiği olarak uyanmadığı için üzüldü
Su kaynattı
Bi daha ne sinek geldi aklına ne de at
Unutuldu aziz dost Sokrat



16 Ağustos 2015 Pazar

Önden Kaçan Atlı

Bir kuş havalandı.
Saydın, tam beş kez kanat çırptıktan sonra bırakıyordu kendini.
Bu ritmik hareketin arkasında ne tür bir anlam saklıydı acaba?
İşlevselliğini idrak edebiliyordun; ama görünürün ardında başka kapılar aramak hobindi ne de olsa. Bu sefer de kuşun ardından giden aklın Sisifos ile eşleştirmişti durumu. Onunki bir lanetti, gerçi nihayetinde hakikati de idrak etmişti. Bu açıdan bakarsak, gamsız bir ifade ile, şanslı olduğunu bile söyleyebilirdin.
Peki kuşları kim cezalandırmıştı?
Bu sonsuz döngü de onların lanetiydi. Uçmak, süzülmek ve bir noktada da konmak demekti.
Gidebilir gibi olmak ama ebedi bir gidememişliğe mahkûm edilmekti.
Bu yüzden hep özendin uçmaya.
Taklit ettin onları.
Gazlı balonlar, uçaklar, planörler icat ettin.
Kendi içinde sen de zaten bir lanetliydin, sadece çoğu zaman fark etmedin.
Gözlerin açıkken yummayı öğrendin.
Ne zaman ki tüm nimfler sessizleşti
Toprağın ve suyun huzuru kana bulandı
Üstelik çocuk kanına!
Çocukluk ve yaşlılık arasındaki o 'fidan' gibi yıllarında ölenlerin kanına!
O vakit anlar gibi oldun,
Kaldırmaya niyetlendin gözündeki perdeleri.
Sisifos'un taşının altına sen de sokacaktın elini.
Ah ahmaklar lordu!
Bir böcek gibi yuvana kaçtın gene.
Lanet, tözünde gizlenmiş bir bilgiydi
Kaçarsan kurtulursun sandın.
Kendine rağmen insan olabilecekken üstelik.
Olmalıydın
Olabilmeliydin.
Çünkü içinden çıkamayacağın bu hakikat ebediyete kadar sürerken başka çocuklar da ölmemeliydi.
İçinde kurduğun mahkeme kararıyla önce ızdırabını bireysel müebbete mahkum etmeli, akabinde cezanı çekerken 'duru dünya bilgisi ile harmanlanmış bir vicdan'a yaslanmalısın.
Ayrıca uzun bir yolculuğa çıkmanı da tavsiye ederim.
Yol kenarında göreceğin tek mezarlar, ölümün yalnızca mezarlıklarda kalmasını engelledikleri için bir teşekkürü hak ediyorlar. Durup onlarla konuşmak da isteyebilirsin.
Ve eğer iklimi hoş yerlerden geçersen
Çevrende göreceğin günebakan tarlalarına iyi bak!
Gündüz vakti olmasına dikkat et
Güneş bulutların arkasına saklanana kadar da bekle.
İşte öyle bir anda bak o tarlalara.
Ve kendine bakmayı da ihmal etme.
İyi biri değilsin ama
Hiçbir zaman çocukları öldürecek kadar da kötü olma
İnan bana ebedi lanetin bile
Dökülen tek damla kana değmez.
Ve izahı olamaz.
Yoldayken yağmur da yağarsa
Düşün bunları
Islak toprağın kokusunda söylediklerimin çoğu ve söyleyemediklerim saklı nasıl olsa...

10 Ağustos 2015 Pazartesi

Bak sen şu serencama!

gecenin huysuzluğu üstündeydi
huysuzluğun da canı sıkkın
iki kelime sevdim
'sevişmek'
seks oldu
'hoşgeldin'
fuzuli
kaypak düzen
ben de kulbundan tuttum
geçen yolumu
kedili sokağa vurdum
birini tutar severdim belki
biri tuttu beni, sevmedi
gitti diğerlerine de söyledi
bu kedi milleti hep
böyle nankör şöyle pis
biz mintax biz mis
attı kafam
kafa attım
paradoks
tek kişilik boks
ocağa su koydum
Zeus'un hışmı
yaktı altını
üstelik poşet çaydı
anca küresel sermayeden
çıkardım hıncımı
gece oldu
baya geceydi üstelik
komşularda bile
tuhaf bi sessizlik
karanlığın tonunda
ışığın voltunda
ilk günden bu yana
içinde
bir yalnızlık var ki
anlaşılır şey değil
ne güzel demiş Orhan Veli
bir dert ki
anlatılır gibi değil



3 Ağustos 2015 Pazartesi

üst komşudan dökülen sigara külünün acıları

en sevdiğim şarkılardan birini dinlemeye başladım önce
yorgundum
gecenin de huysuzluğu üstünde
sokakta kimse yok
herkes uyuma numarası yapıyor olmalı
bildikleri bi çok numaradan en afilsizi bu
yine de inatla her gece aynı ritüeli gerçekleştiren
bir din adamından daha istikrarlı
Montaigne'i
'iki denemesinde bir fikri değişiyor'
diye yargıladığında henüz çok gençti
tutarlı olmanın saplantılı iyiliğinin
lsd'den daha fazla kafa yaptığını bilemedi
nerden bilsin
ot bile çekmemişti bunca zaman
güzel bi çocuk oldu
herkes kadar da herkesti
yani koca bi kanı bozuk kandırıkçı
kimseyi suçlayamazsın
küçüktün ama kör değildin
etraf ziftin peki nispetinde karanlık ama
hiçbirimiz kör değiliz
bunu bildiğini kabul etmeyenlerin
edenlerin hayatına
karabasan gibi çöktüğü bi galaksi bu
solucan deliği mi?
kaçmak mı?
kimden?
onlardan.
çiğ süt emdik mi?
emdik.
ak koyun da benim
kara da
ışığı soğuran karadelikte
suyum bir elimde
siyanür diğerinde
en sevdiğim şarkılardan birini dinlemeye başladım önce
sonra
beni ilk defa dinlediğim şarkılar arasında bulmuşlar
başımda bir kuzgun varmış
fanzin mi attılar hiç bilemedim
gözlerimi açmak istemedim
gözlerimi kapamak istemedim
bu karanlıkta
gözlerim olduğunu bilmek
istemedim
ve
çok
ama çok
her şeyden çok
istedim.