9 Eylül 2014 Salı

Teoride Ölüm

İnsan hayatını illaki belli bi esas üzerine oturtmaya çalışıyoruz lakin bu pek de mümkün değil esasında. İnsan deyince sürekli değişen ve hiç değişmeyen ters örgü Norveçli Balıkçı Kazağı çıkıyor karşımıza. Genellemeler istisnalara bulanmış, istisnalar başka genellemelerle flört ediyor. İnsansa düşünüp duruyor. Buraya kadar bi sıkıntı yok aslında hayat işte deyip devam edebiliyorsun. Sonra herkes için belki de tek ortak payda beliriyor: Ölüm.
Varlığın ya da yokluğun - isim kalıplarını dışarı atalım - birliğe kavuştuğu tek mevzu. Eleman atlanmıyor, torpil geçilmiyor, giden dönmüyor... Yani her şey ölümden geliyor esasında, dünyaya hayatı bahşeden hayat değil ölüm! Ölüm olmasaydı yaşam da olmazdı evlat! Bu beş harfi bi yana bırakalım ifade ettiği şeylere odaklanalım. Her şeyin zıddıyla var olduğu argümanı kendi kendini ispatlıyor sahnenin ortasında, gözlerimizin içine baka baka. Ölümle yaşadığımızı fark ediyoruz buna 'hayat' ismini veriyoruz. Bu ikilemden tarih öncesi ve sonrası çağları, bilimi, edebiyatı, duyguları, medeniyeti türetiyoruz. Halbuki anahtar ölümde, geçen zamanı ve zamanın dolduğunu kafamıza vuran, vurduğu yerden anlam üzerine anlam doğuran kelam.. Ölüm yaşamı doğuruyor. Zaman kundaklıyor bebeği. Ölüm-Yaşam-Zaman teslisi. Nerede insan?


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder