30 Temmuz 2014 Çarşamba

Bir Çift Toprak


































Bayramın son demlerindeyken şu bayram süresi zarfında aklımda birikenleri yazmak istiyorum. Aslına bakarsanız dolu dolu ve farklı bakışların dokunduğu bir yazı var kafamda, ama bunu buraya ne kadar aktarabilirim bilemiyorum.
Bu bayram okumak için yanımda bana eşlik eden zat-ı muhterem Sunay AKIN-Bir Çift Ayakkabı.
Sunay Akın'ı bilenler bilir; araştıran, hayatı ayrıntılarda bulup çıkaran bir gezgin, koleksiyoncu.Şuraya da buyrun mesela http://www.istanbuloyuncakmuzesi.com/ . Okumak, sormak soruşturmak, Sunay Akın'ı şu şekilde tarif edebilirim sanırım: ''Hayatın bir yapboz olduğunu keşfetmiş parçaları birleştirme gayretinde.''
Bir tema etrafında dönen küçük denemeler birçok anekdot barındırıyor içlerinde ve okuduktan sonra fak ediyorsunuz, görmek isteyen için ne kadar çok işaret var. Ve ne hikayeler saklı dört bir yanımızda. Oysaki habersiz ölüp gittiğimiz şeyler örmüş hayatımızın dantelasını.
Her bir kitabında farklı bir tema gibi gelse de, satır aralarında kendinizi buldukça her zamanki gibi değişmez temanın ''insan'' olduğunu göreceksiniz.
Ve bu bayram gezerken ben de bir Sunay Akın kitabı yazıyor gibi hissettim kendimi. Bakmadığım ayrıntıları yakaladıkça, yanına oturduğum teyzenin yıllar öncesine dair anlattığı bir hikayenin bugüne etkisine tanık oldukça, memleket bahislerinde geçen toprağı tv ekranının arkasından değil de ayaklarımla tanıdıkça, doğru yerlere bakmayı becerdikçe ne hikayeler çıktı. Bu toprak ne zengin de haberimiz yok. Şarkımıza koyuyoruz, haber yapıyoruz, siyasetle kirletiyoruz ama kulağımızı ona uzatıp bir kez de onu dinlemiyoruz. Ya da bazı bazı nadiren öyle cengaverler çıkıyor... O da çelik gibi bir irade istiyor esasında. Çünkü zenginlik öyle büyük ki iyisiyle kötüsüyle fışkırıyor gerçekler... Duymak istediklerin, istemediklerin; yüzleşmekten korktukların korkmadıkların... Sana açıyor halini anadan üryan. Bütün izm'ler halt yiyor karşısında, hala temiz kalmış bir parça gökyüzü altında öğretiyor büyük usta. Yine topraktan öğreniyoruz ne varsa. Toprağın insanı açıyor gözümü. Gidip bir köyün taşlı toprağını ıslah etmekten gelen, öğlen sıcağının kararttığı yüzünde yıllar okunan amcamla konuşmadan demek istediklerimi anlayamazsınız. Sadece belli bir konudan bahsettiğimi, bu yazıyla bitecek bir olguyu anlattığımı sanarsınız. Oysa bu büyük bir yanılgı dostlar. Toprağın ve onun insanının anlattığı hikaye o kadar kadim ki... Ve o kadar merkezde...
Umarım bir gün hep beraber ona kulak vermeyi öğrenebiliriz. Ve asıl kısma gelmek yerine her daim orada olduğumuzu kavrarız. Ayrıntıda gizli olan iblis değil bu dünyada, zamana prangalayıp kontrol altına aldığımızı sanarken geçip giden hayat!

Bir amcam dedi ki bu köy seyahatnameme;
''Bak kızım ben köylüyüm. Böyle doğdum böyle öleceğim. Şikayetçi de değilim. Ama Karun kadar zengin de olsam köylüyüm ya hep üçüncü sınıfım. İnkar etme boşuna. Gerçek bu. Bu devirde etiket paradan daha kıymetli, para her kapıyı açar lakin saygıyı satın alamaz.Sen oku, okuyan adamdan zarar gelmez. Ama gerçek manasıyla oku. Okumak yaşamaktır. Aksi takdirde yıkar geçersin farkına bile varmazsın. Çünkü okumamış ezber yapmışsındır.''

Sizce hepimizden daha birinci sınıf değil mi bu eli öpülesi amcam?


Bağrımıza bir şarkı koymadan olmaz.

Bir de kitaptan bir alıntı:
''İstanbul, Avrupa'nın birçok köşesini gezmiş olan tek dünya kentidir!''

Nasılı, niçini için buyrun kitabı okuyalım*
Yanına bi akşam serinliği de katmayı ihmal etmeyin.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder